Aşkın Hangi Hali?

İlk aşkımız, annemiz. Bedeniyle bize yaşamı hediye eden, sonrasında besleyerek, sarılarak, bakım vererek, koruyarak ve öğreterek sevildiğimiz ve değer gördüğümüz bir enerji kaynağı… hayatı böylesine hazır bize sunan bu kaynaktan bağımsızlaşmak yıllar yıllar alır. Bu bağımsızlaşma sürecine kadar ondan peyder pey sevmenin ve sevilmenin şeklini, nasıl değer göreceğimizi, kendimizi nasıl koruyacağımızı ve besleyeceğimizi öğreniriz. Hayatın kurallarına uymaya çalışırken, kendi isteklerimizi nasıl dizginleyeceğimizi ve bunun yarattığı bastırma duygularıyla nasıl baş edeceğimizi de temel bakım verenlerimizden alır benimseriz. Bağımsızlaşmaya çalışırken, güven ve cesaretle dış dünyaya açılmayı ve kendini dünyaya açmayı da… 

Sonra yıllar yıllar geçer ve yetişkin aşkı başka insanlarla deneyimlemeye başlarız. Aşk deneyiminin olağanüstülüğü, aklımızı başımızdan alır ve arkasından koşa koşa gideriz. Varlığımızı çoğaltan bu deneyim, aynı bebekliğimizdeki gibi bizi besler, duygusal ve fiziksel teması ister ve bizi öteki ile yüksek bir bütünleşmeye taşır. Sanki yıllar önce kaybettiğimiz bu yaşam kaynağına kavuşmuşuz gibi, kana kana içmek isteriz. Onu görmek,  saatlerce sohbet etmek, hep yanında olmak ve ona dokunmak için yüksek bir istek duyarız. O anda bunları yaşamak yetmez bazen, gelecekte de onunla olmanın hayallerini kurar, yollarına bakarız. 

Aşık olduğumuz kişiye karşı, temelde ilk yaşam kaynağımızdan öğrendiğimiz sevgi repertuarlarını ortaya koyarız. Aşık olduğumuz kişiyle kurduğumuz ilişkide, kendi annemizle (bakım verenimiz) olan bağlanma özelliklerimizin etkisi zaman içinde kendini göstermeye başlar. Nasıl sevildiysek ve yaşamda tutulduysak, aşık olduğumuz kişilerde de benzer özellikler bize çekici gelir. İlk yaşam kaynağı ilgi, sevgi, bakım ve güvenle bezenmişse, bize böyle davranan bireylere karşı yüksek çekim duyarız. Eğer ilk yaşam kaynağımız, temel hayatta tutma becerilerini sergilese de, bize karşı duygusal açıdan soğuk ve mesafeliyse, daha çok kendi ilgi alanlarına dönükse, yalnız bırakılıp güven verilmediysek, benzer özellikteki kişilere karşı daha yüksek çekim hissederiz. Benzer olarak, ilk yaşam kaynağımız bizi hayatta tutmasına rağmen hatalara tahammülü yoksa, bizi sürekli cezalandırmışsa, herşeyin kendi istediği gibi olmasını istemiş ve özgürlük alanı bırakmamışsa; baskıcı, yaralayıcı hatta şiddete eğilimli kişilere karşı aşırı çekim duyabiliriz. Bu yüksek çekimli ilişkilerde şema kimyası denen karşılıklı bir ilişki örüntüsü mevcuttur ve sağlıklı olmayan bir ilişki paternine işaret edebilir.

Kalbimizi böylesine çarptıran ve başımızı döndüren bu aşk ilişkilerimizi ister istemez idealleştiririz.  Aşkın nörobiyolojisi bunu gerektirir, sağlıklı ve gerçekçi düşünce süreçleri devre dışı kalır. Ancak yıllar içerisinde aşk hali azaldıkça tanımaya başladığımız kişinin, gerçek ve doğal özellikleri daha belirgin algılanmaya başlar. İşte aşk perdesinin ortadan kalkmasıyla beliren ilişkimizde, bizim ilk yaşam kaynağımızla olan ilişkimiz yeniden gün yüzüne çıkar. İlişkimizin ilgi, sevgi, temas ve güven temelli olması sağlıklı bağlar içinde olduğumuzun işaretidir. Hayata gözlerimizi açtığımızda karşımızda duran  ve bizi hayatta tutan ilk sevgi anlayışının, sağlıklı bağlanma geliştirebildiğimiz ilişkilere kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Aşk perdesi kalktığında ortaya soğuk, mesafeli, ilgisiz, cezalandırıcı ve örseleyici ilişkiler dökülüyorsa, oralarda iyileşmeyi bekleyen ilişki örüntüleri olduğundan bahsetmek mümkün görünüyor.

Yaşam, kaynakları her daim zengin bir verimli toprak… Hayat boyu iyileştirici ilişkiler kurabilir ve onların yapıcı enerjileri yardımıyla kendimizle, çevremizle ve yaşamla olan bağlarımızı yenileyebiliriz. Varlığımızın, temas ettiğimiz diğer varlıklarla etkileşmesine izin verdiğimiz ve büyümeye açık olduğumuz sürece, yaşamın kendisini aşkla dönüştürmemiz mümkün belki de.. kim bilir 🙂

Bunları da okuyabilirsiniz;

Yorum Yaz

Mail adresinizi başkaları göremez.