“Özel Hayat” ve psikolojik dayanıklılık üzerine…

“Private Life” veya Türkçe çevirisi ile “Özel Hayat” filmi 40 yaşından sonra çocuk sahibi olmaya çalışan ama fiziksel açıdan bir takım zorluklarla karşı karşıya kalan çiftin yaşadıkları zorlayıcı süreci anlatıyor. Bu zorluklar tabii ki de fiziksel boyutta kalmıyor, hem psikolojik hem sosyal alanlarda birçok stresli durumla karşı karşıya kalıyorlar. 

Çoğumuz biliyoruz ki tıbbi bir takım müdahalelerle çocuk sahibi olmaya çalışmak uzun, zorlayıcı, hayal kırıklıkları ve içsel çatışmaları da içeren bir süreci gerektirir. Rachel ve Richard, kendi işlerini ve ilişkilerini yoluna koymuştur şimdi büyük bir arzuyla çocuk sahibi olmanın çeşitli yollarını denerler. Defalarca yaşanan tıbbi tahliller, muayeneler ve çeşitli müdahaleler sonucunda geç yaş ve kısırlık gibi sebeplerle hamilelik gerçekleşmez. Bu süreçte bebeğini doğar doğmaz evlatlık vermek isteyen genç bir kadınla uzun bir süre online olarak görüşürler. Genç kadına güvenerek, kendisiyle ve bebeğiyle duygusal bir bağ kurarlar, ancak yüzyüze görüşmeye gelmeyen kadın birden bire ortada kaybolur. Çift bunun üzerine de büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Her tıbbi deneme ve evlatlık çocuk ihtimali sonrası beliren ihtimale bağlanırlar ve ihtimal gerçekleşmediğinde de kayıp ve hayalkırıklığı ile bir dönem yas duyguları yaşarlar. Ancak o yas sürecinde çok kalmadan hızla çabalamaya devam ederler. Bir taraftan defalarca beliren ihtimallere bağlanmanın ve hemen ardından kaybetmenin hüznünü sindiremeden, yeni yeni zorlayıcı durumlarla karşı karşıya kalırlar. Tahammülsüzlük, öfke ve üzüntü duygularının yanında, çiftin umudunu canlı tutan en önemli kaynağının aralarındaki güçlü bağ olduğu izlenebiliyor. Bu güçlü bağ kendini en çok iletişimi nasıl da ustalıkla kullanıyor olmalarında kendini gösteriyor. Duygularını özgürce ifade ediyorlar, ifade ettiklerini bir diğeri özenle dinliyor, alıyor, umut ve cesaretle dönüştürüyor. Sonra birbirlerine destek olarak yine yollarına devam ediyorlar. 

Son bir tıbbi tedavi yöntemini denemeye karar veren ve donör seçimine girişen çift; genlerin devamının gerekliliği, bir aile kurma amacı söz konusu olduğunda genetik aktarımın o kadar önemli olmayabileceği üzerine tartışmalar, sorgulamalar içinde bulurlar kendilerini…  Bu sürecin sonunda yine tam bir dayanıklılık örneği gösterip iyi iletişimleri ve duyguların karşılıklı kabulü sayesinde aile olma amacına yönelik birlikte hareket ederek zorlukların üstesinden gelmeye çalışırlar. Donör olmayı teklif ettikleri üvey yeğenleri Sadie, neredeyse çiftin kendi çocukları gibi yanlarında yaşamaya başlar ve kendi ailesinden o kadar da görmediği kabulü hissedebildiği bir aile ortamına sahip olur. Donör olmayı o kadar çok istemesi de, kendine çok yakın hissettiği çiftin bir aile kurmasına yardım etmesini kendisi için yaşamsal bir anlam haline getirmesiyle de büyük bir değer kazanır. Nihayetinde aslında çoktan, bir aile olurlar. Dayanışma, rahat iletişim, sevgi ve doğal bir kabulle örülen ilişkileri bu süreçteki tüm zorlanmalara meydan okur ve aslında hepsinin ihtiyacı olan aileyi henüz bir bebek dünyaya gelmeden kurmayı başarırlar. 

Sonuçta tüp bebek tedavisi başarısız sonuçlanır. Hepsi çok üzgündür ancak Richard artık bu tıbbi sürecin bittiğine sevindiğini yorgun bir ifadeyle anlatır. Bebek sahibi olma uğruna bir yıldır hayatı yaşamayı nasıl erteledikleri, tüm amaçlarının sadece bebeğin olmasına yöneldiği, ilişkilerinin bile arka planda kaldığı, birbirlerinden ve hayatın zevklerinden ne kadar uzaklaştıkları üzerine konuştukları sahne, filmin sonunda önemli bir sorgulamayı içeriyor. Doktorların bekleme salonunda yanyana dizilmiş yorgun görünen çiftlerdeki tükenmişlik duygusunun nasıl da odayı doldurduğunu çiftin sorgulamalarıyla daha net fark ediyoruz. Bu kadar zorlukla uğraşırken, hayatı yaşamaya fırsat bulamayan, ilişkilerini tıbbi işlemlerin delik deşik ettiği ve hayal kırıklıklarını çocuk sahibi olmak için birşeyler yapmanın umuduyla örtmeye çalışan herkeste o donuk tükenmişliği izlemek mümkün… 

Nihayetinde yeğenleri Sadie’yi bir yazar okuluna yazdıran çift tıpkı kendi çocuklarına ebeveynlik eder gibi onu yeni okuluna götürerek uğurlar. Bu süreçte aslında “bir aile” haline geldikleri, destekleyici ve yakın bir bağ kurdukları gerçeğini bu veda sahnesinde hissediyorsunuz. Diğer yandan cadılar bayramı kutlamaları için önceden apartmanda gezen çocuklara kapılarını açmayan çift, artık evde şeker bulundurarak çocukları karşılar ve bayram kutlamalarına katılırlar. Hayatla ve diğer insanlarla bağ kurarak, istekleri ve amaçları için çabalamaya devam ederler. Hem yaşamla, hem  birbirleriyle, hem de gelecek hedefleriyle bağlantıda olma duygusuyla yaşadıkları bu zorlayıcı sürece meydan okumaları ve direnç göstermeleri çok daha mümkün hale gelir. Bu da onların psikolojik olarak çok daha dayanıklı olmasını doğallıkla getirir.

Hayatta eksikliğiniz duyduğumuz bir şeylerin peşinden giderken, sahibi olduğumuz değerlerin, anlamlı bulduğumuz bağların ve keyif aldığımız başka yaşamsal alanların bizimle olduğu gerçeğini gözden kaçırabiliyoruz. Her neyin peşinde olursak olalım, elimizde avucumuzdaki güzelliklerin varlığını farketmeyi ve değerini bilmeyi hep göz önünde tutalım. Öyleki, hayatın bize getirdikleriyle yaşama sanatımızı kıymetlendirebilelim…

Bunları da okuyabilirsiniz;