İnsanlar için bazı kelimelerin anlamı çok ağır… Kanser, ölüm, boşanma ve koronavirüs gibi sözcükler gördüklerimiz, duyduklarımız, atalarımızdan kalan yaralarımız ve toplumsal yaklaşımlarımız sebebiyle yoğun rahatsız edici duygular ve çağrışımlar barındırır. Başımıza geldiğinde, yaşantının getirdikleriyle uğraşmaktan çok sözcüğün bu aktarımsal duygu ve düşünceleriyle başetmek zorunda kalırız.
Boşanma da, içi dışı ağır bir sözcük… Hepsi birbirinin biraz aynı birbirinden biraz farklı. Her boşanma ve ayrılık kendine özgü sebepleri, sonuçları ve kayıpları içerir. Bunları tek tek ele almak belki psikoterapinin işidir. Ancak ortak yaşantılara dair söylenebilecek şeyler mümkün. Bu yazımda boşanmanın sebepleri sonuçlarından ziyade; boşanma süreciyle baş ederken insanlarda psikolojik dayanıklılık kendini nasıl gösterir bunu ele almaya çalışacağım. İnsanın yaşamında birçok zorluğu, değişimi ve kaybı içeren boşanma; travmatik veya stres verici etkileriyle başedilmesi gereken yüklü bir deneyimdir. Psikolojik, biyolojik, ekonomik ve sosyal alanda çok yönlü olarak bireyi etkileyen bu süreç psikolojik dayanıklılık açısından ele alınmayı oldukça hakeder.
Boşanma illaki trajedileriyle anılmak zorunda değil… Elbette birçok zorluğu ve kaybı barındırıyor. Peki eğer yaşanmak durumundaysa, insanlar bu süreçlerini bir kurban gibi geçirmek zorunda mı? Toplum biraz böyle görmek ister, çünkü bildikleri boşanma böyle kötü birşeydir. Ancak boşanma gibi büyük yaşamsal değişimler bireyin kendiyle ilgili zenginleştirici adımlar atmasına ve yaşamını olumlu yönde yeniden inşa etmesine olanak da verebilir. Sizin o dönemin getirdiklerini alıp, kendinizle ne yaptığınıza bağlı olarak belirir bunlar…
Kısaca bahsedecek olursam, psikolojik dayanıklılık zorlayıcı yaşam deneyimlerine uyum gösterebilme ve bunlardan sonra kendini yeniden toparlayıp yaşama devam edebilme anlamını taşır. Bazen bir kişilik özelliği gibi ele alınsa da; öğrenilebilen ve geliştirilebilen bilişsel, duygusal ve davranışsal beceri ve repertuarlardan oluşan bir ruhsal kapasitedir. Bu kapasitenin farkındalık ve deneyimler eşliğinde ortaya çıkarak gelişmesi, insanın hayat boyu yaşadıklarıyla başetmesinde önemli bir rol oynar. Dayanıklılık kapasitesinin bazı alt boyutlarını ele almak, onunla ilgili bilgi sahibi olmamızda bize rehberlik eder. Kobasa dayanıklı bireylerin 3 özelliğine dikkat çekmiştir. Bağlanma, kontrol ve meydan okuma boyutlarıyla değerlendirilen dayanıklılığın, yaşanan stresörlere karşı geliştirilen bir tutum ve davranışlar yelpazesi olduğu söylenebilir. Dayanıklılığı yüksek insanların ilk olarak stresli durumlar karşısında yaşamla bağlarını korudukları, kendilerini ilgi alanlarına verebildikleri ve sosyal ilişkilerini sürdürdüklerini ifade eder (Bağlanma). İkinci olarak, yaşamdaki kendi kontrol alanlarına odaklanarak, kontrol algılarını yüksek tuttuklarından bahseder (Kontrol). Son olarak da dayanıklılığı yüksek insanların yaşamdaki stresörleri kendi gelişimleri için bir fırsat olarak algıladıklarını (Meydan Okuma) ortaya koyar.
Peki boşanma gibi büyük bir stresör karşısında, dayanıklılığımız kendini nasıl gösterir? Bu zorlu sürece uyum gösterirken neler bize katkı sağlar? Hangi duygu, düşünce ve davranışlar boşanma sürecine olumlu yönde etki eder? Öncelikle boşanma sürecinde dayanıklılığın bağlanma boyutunun nasıl etkisi olduğunu ele alalım. Boşanma döneminin en önemli belirleyicilerden biri, bireylerin çevrelerindeki sosyal destek ağı ve bunlardan yararlanabilme becerisi oluşturuyor olabilir. Bu aynı bir cenaze sonrası toplanan kalabalığa benzetilebilir. Gidenin ve bitenlerin ardından ortak yas tutabileceğin, geride bıraktıklarını birlikte anabileceğin ve yaşanan kaybı birlikte anlamlandırabileceğin kişilere ihtiyaç duyulur. Bu sebeple çevresinde bunları paylaşabileceği birilerinin olması önemli bir destek kaynağıdır. Aynı zamanda aile ve arkadaşlar gibi sosyal çevre, bireye ait olma duygusu verir. Boşanma toplumsal bir statü kaybı ve dışlanma anlamlarını da içerebileceğinden, içinde bulunduğumuz çevre tarafından kabul edilmek, varlığımızın olumlanması ve desteklenmesi önemlidir. Boşanmış halimizle de varolduğumuzu ve değer gördüğümüzü hissettirir. Hatta hala sevilebilir olduğumuzu, yalnız olmadığımızı ve aktiviteleri birlikte yapabilecek insanların varlığını bize gösteren sosyal ilişkilerimiz, boşanma sürecinde çabuk toparlanmamıza yardımcı olur. Bu etkileşimler sayesinde, hayatımıza yenilikler de katabiliriz. Yeni ilgi alanlarıyla karşılaşmak; sınırlarımız, kapasitemiz ve isteklerimizle ilgili yeni şeyler öğrenmemize ve kendimizin farklı yönlerini keşfetmemize yardım eder. Ayrıca paylaşımda bulunduğumuz sosyal çevremizde, ortak yaşantıları deneyimleyenlere denk gelebiliriz. Onlarla yapılan paylaşımlar bir yandan yalnız olmadığımızı gösterir ve bunların üstesinden gelebileceğimiz umudunu aşılarken; diğer yandan farklı başetme stratejileriyle tanışıp kaynaşmamızı sağlar. Sonuç olarak; ayrılık dönemlerinde ailemiz, dostlarımız ve çeşitli gruplarla ilişki içinde olmak hala bağlarımız olduğunu ve toplumun bir parçası olduğumuz gerçeğini bize gösterir. Boşanma sürecinde yaşanabilen yalnızlaşma, kayıp, dışlanma ve etiketlenme düşüncelerine kapılmayı engelleyerek bizim bir bütünün parçası olduğumuzu gösteren bu sosyal bağlar bireyin dayanıklılığına önemli katkı sağlar.
Boşanma dönemi bazen, evlilik sürecinde veya öncesinde gelişen bir takım davranış örüntülerinin değiştirildiği, bireyin hayatındaki bu dönüşümle birlikte yeni yaşamsal alanlara yöneldiği bir süreç biçiminde yaşanabilir. Bir anlamda bireyin yaşamında daha önce bastırdığı, dikkate almadığı ihtiyaçlarına yöneldiği bir değişim dönemi haline gelebilir. Yaşamın rutinliğinden çıkarak, daha kendi ilgi alanlarına yönelen, ruhsal ve bedensel bakımına özen gösteren, spor yapmaya başlayan, kariyerine daha önem veren, arkadaşlarıyla daha çok vakit geçiren, yeni beceriler öğrenme sürecine girmek için çeşitli kurslara başlayan bireylere rastlayabiliriz. Yani insanlar için boşanma, sadece evliliğin bitişini ve kayıpları değil; olumlu yöndeki yaşam biçimi değişikliğini de içerebilir. Ancak bu potansiyelin açığa çıkıp çıkmayacağı, ihtiyaçlarınıza ve o dönemde kendinizi hangi yönde motive ettiğinize göre belirlenir. Şöyle ki evlilik kurumunun getirdiği roller ve sorumluluklar ile bireysel ihtiyaçların dengelenememesi, boşanmanın getirdiği kayıplar ve sürecin ruhsal etkileri sebebiyle insanlar mutsuzluk içinde hissedebilir. Ayrıca sıklıkla yaşanan sevilmezlik, değersizlik ve başarısızlık düşünceleriyle uğraşmaları kendilik değerinde düşmeye de sebep olabilir. Tüm bu olumsuzlukların ortadan kalkacağı ve yaşamın yeniden olumlu yönde kurgulanabileceğine dair inanca gereksinim vardır.
“Değişimlerin bizleri geliştirebileceği” düşüncesiyle yaklaşıldığında boşanma süreci yaşamın yeniden kurulabileceğine dair bir umudu barındırdığından, beraberinde birey için dönüştürücü bir dönem biçiminde yaşanabilir. Nitekim yaşamdaki boşanma gibi büyük bir değişim, sadece kayıpların görüldüğü değil bireyin yaşamını zenginleştirerek dönüştürdüğü bir dönem biçiminde yaşandığında bireyin psikolojik dayanıklılık geliştirmesinin yolunu açabilir. Ancak bu yine bireyin zihinsel kalıp yargılarını esnetebilmesine ve kendine yeni eylem olanaklarına izin vermesiyle mümkündür. Hayata karşı esnek bir yaklaşımın varlığı söz konusu ise; boşanmanın getirdiği değişimlerin bireyin hayatına katkıda bulunan, birey için değişim fırsatı barındıran etkisinden söz edebiliriz. Bu da dayanıklılığın meydan okuma boyutuna işaret eder. Sadece kayıpların yasının tutulmadan, aynı zamanda sürecin getirdiği yeni olanakların farkına varılabilir. Örneğin kendi kendine kaldığı zamanı değerlendirmeyi hedefleyen birisi, yeni bir beceri öğrenmenin yolunu tutabilir. Böylece yaşadığı üzüntü ve sıkıntılara rağmen, bir araştırma yaparak kendine bir eğitim programı bulur. Oraya zaman ayırarak becerilerini arttırır; sosyalleşerek hayatında yeni yeni alanlar oluşturur. Böylece aslında boşanmayı değil, boşanmadan sonra kendiyle baş başa kaldığı zamanı verimli bir sürece ve kendi için bir değişim olanağına dönüştürür. Bu sebeple; aslında önemli olan kendimizle baş başa kaldığımızdaki tutumlarımızdır. “Boşanmam; yaşamımda sadece kayıplar yaratmak zorunda değil. Bu süreci kendimde değişim yaratma yönünde yönetebilirim.” gibi bir tutum bir meydan okumadır.
Dayanıklılığın diğer alt boyutu olan kontrol, bireyin yaşamındaki kontrol ve etki alanının farkına vararak ona göre eylemlerini düzenlemesidir. Boşanma sürecinde, istemediğimiz bir sürecin içine girebiliriz. Çatışmalar, kayıplar, benlik saygımızın zedelenmesi, aile içinde yaşanan krizler, çocukların süreçten etkilenecek olmaları, sosyal çevreye durumun açıklanması, yaşanan duygusal süreçlerden dolayı iş performansının düşmesi, sosyal ilginin azalması, ortamın değişimi, maddi güçlükler gibi birçok zorluğa uyumu gerektirir. Böyle bir süreçte eş zamanlı olarak yaşanan bu sorunlar; bireysel kontrol duygusunu zorlaştırabilir. Bu dönemde kendi kontrol alanına dönmek ve etki edebildiğimiz şeylere odaklanmak bize iyi hissettirir. Bu özellikle kendi hayatımızdır. Kendimizde yapabileceğimiz değişimler, hayatımızı yeniden inşa etmeye uğraşmak, sahip olduğumuz kaynaklara ve becerilere odaklanmak, üretken olduğumuz iş veya hobilerimize yönelmek kontrol duygumuzu artırır. Artan kontrol duygusuyla paralel biçimde boşanma sürecinde daha dayanıklılık göstererek çabuk toparlanabilmemize olanak verir. Evet boşanmanın hayatımıza getireceği kayıpları ve değişimleri yok edemeyiz, ancak etki gösterebildiğimiz bireysel eylemlerimiz yoluyla azalan kontrol algımızı iyileştirdikçe yaşamda kendimizi daha etkin ve “birşeyleri yapabilir” hissederiz. Bunu hissettikçe kendimiz için daha iyileştirici aktivitelere yönelmemiz kolaylaşır ve aktifleşmeye güdüleniriz.
Boşanma bir kimlik krizi de hissettirebilir. Evli bir kadın ve erkekten bekar olmaya geçen süreçte nasıl davranacağımızı bilemeyebiliriz. Evlilik içindeki kimlik algımız evliliğe dair kendimize yüklediğimiz ailesel veya toplumsal kaynaklı öğrenmelerle oluşur. Öğrendiğimiz rolleri oynadığımız ölçüde o kimliklerin içinde hissederiz. Bir nevi evlilik içindeki eşlik, annelik, babalık ve evli biri olma rollerinde kendimize koyduğumuz standartlarda başarılı olmaya çalışırız. Bazen başarılı hissetmiş olabiliriz, bazen de başarısız. Ancak boşanma durumunda bu kimliklere dair başarı algısı da büyük oranda zedelenir. Bunu hem kendi içimizde hissedebiliriz hem de çevresel ve toplumsal yorumlar böyle hissettirebilir. Ne oldu da evliliği başaramadığınız, eş olmayı sürdüremediğiniz üzerine kendinizi sorgularken veya insanlara cevap verirken bulabilirsiniz kendinizi… bu süreç suçluluk, başarısızlık ve değersizlik düşünceleriyle uğraşmanız demektir. Evliliğin bitişi zaten birçok kaybı barındırırken bir de kendinizin eksikleriyle didinerek depresif ve “looser” hissedebilirsiniz. Bu bir açıdan da yaşanan kayıpları anlamlandırma ihtiyacıdır. Bu ayrılık ve kayıp canımızı yakarken, bunu tekrar yaşamak istememek adına yaşananları nedenleriyle birlikte anlama ve kontrol etme çabası olarak görülebilir. Bir açıdan öğretici ve yapıcıdır. Boşanma sonrasındaki bu sorgulamalarla birlikte kişi kendinde bir değişim yaratmaya çalışabilir. Kendine bakım, kariyer, hobiler, ilişkiler vs gibi konularda gelişim sergileyerek, kendinde eksikliğini gördüğü meseleler üzerinde değişiklikler sergileyebilir. Bu da yine dayanıklılık sürecinin kazanımlarından sayılabilir. Kendi özellikleri üzerinde bir kontrol hissi geliştirerek ve yaşadıklarından öğrenerek değişmeye evrildiği bir süreci yaşar. Diğer yandan daha önce bahsettiğim gibi; ilişki süresince ertelenmiş, baskılanmış ve bu sebeple karşılanmamış ihtiyaçlarını farkettiğinden, bireyin o ihtiyaç alanlarına yönelmesi söz konusu olabilir. Bireyin farkettiği bu ihtiyaçların doyurulması aşamasında aşırılıklar ve dengesizlikler izlenebilir. Kendi ihtiyaçlarının ve gördüğü eksikliklerin telafisini içeren bir süreç olarak ele alınırsa, zamanla bireyin davranışlarının dengesini bulmasını bekleyebiliriz. İçimizdeki çok güçlü güdülerle belirli yaşamsal alanlara odaklanmak, kişinin kendi ruhsal bütünlüğünde bir dengeyi yeniden bulma çabasına evrilebilir zamanla… en azından beklediğimiz budur. İhtiyaçlar karşılandıkça ve farzedilen eksikler yerini başka kaynaklara bıraktıkça sular durulur ve yeni bir dengeye ulaşılabilir.
Boşanmanın bireyin yaşamda üstlendiği ya da üstlenmediği roller, kendiliğin sınırları ve kapasitesi, baş etme kaynakları, ilişki biçimleri ve kayıplardan sonraki dayanıklılığa dair repertuarlar konusunda zengin bir deneyim dönemi olduğunu söyleyebiliriz. Sürec boyunca kazanılan kendimiz, çevremiz ve yaşama dair öğrenmelerin bizde önemli farklar yarattığını bilerek geçirdiğimizde; buraları kendimiz için bir gelişme ve olgunlaşma platformuna da dönüştürebiliriz. Bu anlamlı yaşamsal bilgiler yoluyla bilgelik bakışaçımızı zenginleştirdikçe, psikolojik dayanıklılığımızla da yakınen tanışmış oluruz.
Acıları, zenginliğimiz olarak görebilmek ve bunlardan güçlenerek çıkabilmek ümidiyle…
29.07.2020