Geçmişte yaşanan bir olay; aradan çok zaman geçmiş olmasına rağmen, bugün hala bizi olumsuz bir biçimde etkilemeye devam ediyorsa, olayın ruhsal gerçekliğimizde yarattığı olumsuz etkisinin geçmediği anlamına gelir. Geçmişte yaşandığı halde bugünümüzü olumsuz yönde etkileyen bir olayın, yaşam deneyimlerimiz arasına geçmişteki bir anı olarak bırakmamıza engel olan bir anlamı olmalı… Öyle bir anlam ki bize dair söylediği şey; kendimizle ilgili algımızı bozan veya yerle bir eden bir etki yaratabilir. Bizi olduğumuza inandığımız kişiden farklı biri gibi hissettirebilir. Ama buna inanmak istemeyiz çünkü öyle olduğumuza inanırsak şimdiye kadar kurguladığımız benlik artık eskisi gibi olmayacaktır ve henüz biz bu değişime hazır değilizdir.
Benlikle ilgili değişiklikler bizi; alışkanlıklarımız, ilişkilerimiz, seçimlerimiz ve hedeflerimiz konusunda birçok davranışsal değişikliğe zorlar. Bu değişimler kişinin yaşamını iyi ya da kötü yönde etkileyen bir sürece dönüşür. Ancak bu köklü değişim süreci kolay olmadığından birey için bir kriz dönemidir. Çünkü bu, kişinin kendi benliğini nasıl algıladığıyla ilgili bir değişimdir. Bu nedenle bizi etkileyen bir olay sonrası, çoğunlukla benliğimizi yeniden inşa etmemiz gerekir. Ama bu yeni halin de gerçekliğe uyması beklenir çünkü daha yaşamla uyumlu bir benlik algısının gelişimini sağlar. Örneğin; bir terk edilme yaşantısı sonrasında “ben sevilmeyen biriyim” düşüncesi gelişebilir. Bu öyle inanması zor bir düşüncedir ki, kişi bu fikri bir yere koyamaz. Kendine ilişkin oluşturduğu, ince ince işlediği şimdiye kadar ki o mozaik yapıya bu bilgiyi entegre edemez. Olay sürekli zihninde döner. Bu süreç, yeni ve sıradışı bilgiyi sindirmeye çalışan bir çeşit geviş getirmedir. Aynı zamanda inkar, suçluluk hisleri, karşı tarafı suçlayan düşünceler, anlamsızlaştırma, umutsuzluk hisleri, bir şeyi değiştiremeyeceğine inanma gibi düşünce ve duygular gelişebilir. Bu, kendi kendimizle ve bazen de olaydan bağımsız çevremizdeki diğer insanlarla içsel bir kavgaya dönüşebilecek oldukça sancılı bir süreçtir. İşlevsiz bir biçimde gerçekten sevilmeyen biri olduğuna ve her an terk edileceğine inanmaya giden bir anlamlandırma yaşanabilir. Bu anlamlandırma kişinin hayatındaki ilişkilerde aşırı önlemler almasına ve sevilmiyor olduğunu düşünmesinin bir sonucu olarak ilişkilerde işlevsiz düşünceler ve tutumlar geliştirmesine neden olabilir. Bu, olasılıkla olumsuz bir senaryo olsa da bazen geçici ya da kalıcı olarak hepimiz böyle bir süreç yaşayabiliriz.
Böyle bir olay sonrası (terk edilme örneği üzerinden..) ilk zamanlar olumsuz duygular hissedilse de olaya ilişkin analizler yapıldıkça kişi olayın kendisiyle ilgisi üzerine farklı düşünceler geliştirebilir. “Sevilmeyen biriyim” düşüncesi öncelikle çok genel bir ifadedir. Ayrıca bir terk edilme olayı tek başına sevilmeyen biri olduğumuzun kanıtı olabilir mi? Bu ilişkinin bitişinin olası nedenleri nelerdir? gibi sorular geçmişte yaşanan ama çözülmemiş bulmacanın doğru soruları olabilir. Kişi terk edilmeyle ilgili daha gerçekçi bir analize yönelir ve bu durumun kendi benliğine ilişkin söylediği kabul edilemez düşüncelerin yerine daha olayla uyumlu ve gerçeğe yakın düşünceler geliştirmeye başlar. Bu süreçte ise yaşanan olayın olumsuz etkisinden özgürleşme ve olayı yeniden anlamlandırma süreci yaşanır. “Sevilmeyen biriyim” şeklindeki benliğe yabancı bir bilgi yerine; benliğin kabul edip kendine katabileceği bir bilgi doğacaktır. Bu yeni yaşantının kendi gelişimine katkısını gören birey; olayın eski anlamını ait olduğu yere ve zamana bırakıp, dönüşen ya da evrimleşen benliği ile yeni yollar ve zamanlara doğru akacaktır. O artık sevilmeyen biri değil; sadece birlikte bir süre yol aldığı kişiyle yollarını ayırmak durumunda kalan, henüz vedalaşma sürecinde olan, yaşadığı güzel anıların değerini bilen ve önündeki yeni olanakları fark edebilen birisidir. Nitekim her bitiş sadece mezarlık gibi görünen bir toprak değil; canlılık sürdüğü sürece yeni yaşantılar ve benlikleri doğuran verimli bir toprağa da dönüşebilme potansiyeli barındırır.
Sonuç olarak, bizi etkileyen sıra dışı bir olay yaşamış olabiliriz ve bu bizde geçici olarak kendimiz ve dünya hakkında bir sarsıntı yaratmış olabilir. Kendi kendimize ya da çeşitli destekler alarak, olayın anlamını zenginleştirerek bu sarsıntının olumsuz bir etki yaratmasını ve yaşam kalitemizi düşüren bir rol oynamasını engelleme gücüne sahibiz. Hem bu gücümüzü keşfetmek hem de yaşanan sarsıcı olaylar sonrası kendimizi daha güçlü ve bilgece inşa etmenin yolları olduğunu hatırlamak; bu konuda adımlar atmamız, yaşamdaki büyümemiz ve dayanıklılığımız için önemli olacaktır.